GÜNEŞ BATARKEN BİLE BÜYÜK



        Kazım Akşar’ın yazıp sahnelediği “Güneş Batarken Bile Büyük” adlı oyun, bu sezon seyrettiğim oyunlar içinde en başarılı bulduğum oyun oldu. Yazarın yoğun araştırmalar ve okumalar sonrası özümseyerek yazmış olduğunu fazlasıyla hissettirdi bana. Kazım Akşar sadece yazmakla da kalmamış aynı zamanda başarılı bir şekilde sahneye de aktarmış. Bunların yanında da, başarılı oyuncular ve teknik ekiple çalışmış. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

        Oyunda Alman roman yazarı, şair, ressam, doğabilimci ve aynı zamanda oyun yazarı olan Goethe’nin hayatı anlatılıyor. Goethe Alman edebiyatı’nın temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Eserleri dünya çapında bilinmektedir. Hayatını okumuş olanlar ne kadar çok yönlü biri olduğunu bilir.  Oyun Weimer şehrinde, Goethe’nin evinde geçiyor. Oyunda Goethe’nin uzun yıllar üzerinde çalıştığı eseri olan “Faust”, evliliği ve kadınlarla olan ilişkileri ön plandaydı. Araştırdığımda gerçekliğine ulaşamadım ama oyunda Fransız devrimi generali Napolyon Bonapart, Goethe’yi evinde ziyarete geliyordu. Goethe’nin fransız devrimine bakış açısını gördük. Aynı zamanda en iyi Alman dram yazarı olarak ve “Haydutlar” özgürlükçü tiyatro eserinin yazarı olarak bilinen Frederich von Schiller ile dostluklarını gördük. Oyundaki haliyle aslında çokta samimi bir dostluk değildi.  
 
      Bunların yanı sıra, Goethe’nin karısıyla olan ilişkisi ve ona bağlılığı gerçekten farklıydı. Karısının da Goethe’ye olan sadakati gerçekten etkileyiciydi. Goethe’nin karısı için söylediği söz dikkatimi çekti. “Benim iki Tanrım var; biri sen, biri uyku. İkiniz de iyi geliyorsunuz bana. Oyunda bir başka dikkatimi çeken nokta da, Goethe’nin kız kardeşi Cornelia’ya olan bağlılığı ve sevgisiydi. Kaç insan kız kardeşine bu kadar bağlıdır ki?

        Oyunda Goethe’nin bazı zaaflarını, çelişkilerini ve içinde yaşadığı korkularını görmek, dünya edebiyatının büyük ustasına saygımı eksiltmedi. Aşktan nasıl beslendiğini, ilham aldığını düşündürttü çoğu zaman. Sadece kadınlara olan düşkünlüğüyle oyunu değerlendirmemek lazım…

        Oyunculuklara baktığımda, kalabalık oyuncu kadrosu genel olarak başarılıydı. Bana göre, ön plana çıkan üç isim; Reha Özcan (oldukça gerçekçiydi, ancak bu kadar rolüne ve sahneye yakışabilir bir insan), Ayla Baki Yücesoy ve Meral Bilginerdi.

         Salona girer girmez dekora hayran kaldım. Dekor, zengin bir kitaplık, merdiven, yukarıda yatak odası, ayna konsol, masa ve mumlar, Goethe’nin resim yaptığı bölüm, kanepe koltuk ve duvarda birbirinden güzel tablolardan oluşuyordu. Goethe’nin evini yansıtan dekor oldukça gösterişli ve o döneme uygun olarak hazırlanmıştı. Böylesine çok yönlü bir sanatçının evi daha iyi sahneye aktarılamazdı. Ayna kardeşinin resmi yansıtılarak farklı şekilde kullanılmıştı. Bölümler arasındaki geçişler, ışıklar ve müzikler de aynı şekilde çok başarılı ve oyunla uyumluydu. Kostümler de genel olarak başarılıydı. Yaşanılan döneme uygun kıyafetler seçilmişti.

Oyunda beğendiğim ve aklıma kalan sözler;
  • Servetinizi kaybederseniz, yeniden kazanırsınız; ama cesaretinizi kaybederseniz her şeyinizi kaybetmişsiniz demektir.
  • Aptallık ederseniz affedilirsiniz ama haklı olduğunuzda öldürülürsünüz.
  • Hayat kısa, sanat uzun.
  • Gerçek dindar içindeki kutsalı bütün gösterişten uzak tutarak yaşayandır.
  • Erkek denen yaratık kadın düşüncesinden korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmaz.
  • Hiç kimse hakkında onun yerinde olmadan hükümler verme.
  • Yalnız akıllılar endişe eder.
  • Ben artık biraz kendim olmak istiyorum.

       Oyunun metnine ulaşabilirsem okumayı da çok istiyorum. Bana göre sezonun en oyunlarından biri olan bu oyunu size de tavsiye ederim. Ben bile sezon bitmeden tekrar gitsem mi diye düşünüyorum J Tiyatroyla ve güzellikle kalın. İyi pazarlar olsun…


Yorumlar